“Son 3 günde konuklarımla bin kilometrenin üzerinde yol kat ettim. Trabzon’dan Sarp’a, Sümela’dan, Uzungöl’e, Ayder’e kadar. Önceki yıllarda bozuk yollarda araçlarımız için üzülürken bu kez yollarımızla iftihar ediyoruz. Bu güzel yolların sahilde bir yanı deniz, diğer yanı dik yamaçlar, iç kısımlarda genelde bir yan gürül gürül akan dereler, diğer yanda eşsiz güzellikte dağların, bitki örtüsünün arasına gizlenmiş yöresel yapılar olunca insan ziyaretçi olarak keyif alıyor, konuk ağırlayan olarak da gurur duyuyor.
Bu güzel yolları, bu güzel manzaraların eşliğinde kat edip Ayder’e vardığınızda konuklarınızın tabiatın bahşettikleri karşısında büyülenmesinden aldığınız hazzı, insanoğlunun bu güzellik üzerine bindirdiklerini görünce yüzlerinin ekşimesini hissettiğinizde anında kaybedebiliyorsunuz. Ve 10 yıldan fazla olmuştur, Rize'de konuk ettiğimiz dünya ölçeğinde yöneticilik kariyeri olan dünürümüzün “Ne yapın edin sosyal ve idari açıdan alt yapısını düzenlemeden Ayder'ı, Doğu Karadeniz’i turizm gelişsin diye ülke geneline tanıtma yanlışlığına düşmeyin” cümlesi yeniden kulaklarımda çınlıyor. Belki daha binlerce aydın görüşlü insanımız da benzer cümleleri sarf etmiştir. Mevcut fotoğrafta zaten bunu belgeliyor. Maalesef haklıymışlar demekten gayri diyebileceğim bir şey yok."
Temmuz 2012’de yazmışım yukardaki satırlarımı.
O yazıda ismini vermediğim merhum Oğuz Sipahioğlu ile yaşadığım yukarıda paylaştığım diyaloğun ilk bölümünden de küçük bir anekdotu da paylaşmak isterim.
O tarihte henüz istimlak edilmemiş olan İslampaşa’da ki evimizin arka terasında Oğuz Sipahioğlu ile Rize’den ayrılma saatleri geldiğinde ziyaretlerine dair değerlendirme yapmıştık. İlk sorum da,
“Bir haftadan fazladır buradasınız, yöre ile ilgili gözleminiz nedir?” olmuştu.
Rahmetli yukarda paylaştığım değerlendirmesini yapmadan önce, durdu ve kısa bir cümle çıktı ağzından:
- İsviçre’den tek bir farkınız var.
İsviçre ve Avusturya’da da görev yaptığını biliyordum, acaba eksiğimiz ne ki diye düşündüm ama o ters köşe yaptı.
- Burada İsviçre’den farklı olarak, hemen ayağınızın altında deniz var.
Rahatladım. Harika tanımlamıştı, Doğu Karadeniz’e tabiat ananın bahşettiği cömertliği.
Sonrasında da 2012’de ki makalemde kaleme aldığım ve yukarda paylaştığım ders niteliğinde ki cümleleri sarf etmişti.
Geldik 15 yıl sonrasına.
Yerli ve yabancı turist için iyi bir turizm destinasyonu olma yolunda hızla ilerliyoruz. Doğa koşulları izin verdiği müddetçe yaylaları yerlisiyle, yabancısıyla keşfetmeye, yaşamaya devam ediyoruz.
Dernekler, büyük aileler yayla festivalleri yapıyor. Gezi grupları halen Türkiye’de izin verilen en yüksek nokta olan Kaçkar’a zirve yapıyor, yapamasa da yayla gezileri, kampları yapıyor. Aldıkları haz ile ertesi sene başka arkadaşlarını da dahil ederek yeni yaylaları keşfediyorlar. Ama çoğunluk bu bakir yaylaları değil, daha popüler olan ve araçla rahat ulaşılan Ayder ve Uzungöl’le tanıyor Doğu Karadeniz’in yaylalarını.
Özellikle de ilk kez gelenler en bilinen bu noktaları gördüklerinde de iç geçirip keşke böyle olmasaydı, en azından diğer yaylalara, doğa harikası noktalara bu vahşi yerleşmenin olmaması için endişelerini dile getiriyorlar.
Bu zaaftan hareketle de en azından Yeşil Yola haklı olarak tepki veriyorlar.
Ancak Pazar’da ki hava limanı da bitince bölgenin müthiş bir doğa turizmi bölgesi olacağı gerçeğini artık kabul etmeli, turizme dayalı bir ekonomi için sağlıklı master planlarımızı süratle yapıp uygulamaya koymalıyız.
Zira bu noktadan geri dönüş yok.
Bölge, her yıl nüfusundan çok misafiri ağırlayacak. Öyleyse hem doğayı koruyacak tedbirleri geliştirelim, hem de ekonomik olarak bundan yararlanalım bölge olarak.
Bir sonraki yazımda da Duthe’nin Yaylası Kayadibi’nde dinlenirken Yeşil Yol konusunda değişen görüşümü yazacağım.
Ovit Yaylasında Engin Ekşi’nin yayla evinden sevgiyle selamlıyorum. Petran güzel ama Ovit’te bir başka.