Ligin ilk dört haftasında alınan galibiyetlerden sonra geçen hafta 4-1’lik skorla ilk mağlubiyetini Ankaragücü karşısında alan Çaykur Rizespor, bu maçın telafisini “3 maçta 9 puan” düsturuyla unutturmayı hedeflemişti.
Ancak 3 maçlık bu hedefin ilk ayağı olan Balıkesirspor karşısında 90’ıncı dakikada gelen penaltı golüyle 1 puanı hanemize yazdırmaktan öteye gidemedik.
Maalesef Çaykur Rizespor 6 maçlık periyotta en kolektif maçını Manisaspor karşısında gösterdi. İlk maçın getirdiği bir etki miydi, rakibin kadro yapısı mıydı bilemiyorum ama bu maçtan sonra hep bir şeyler ters gitmeye başladı.
İyi olanı, güzel olanı elbette takdir ediyor, unutmuyoruz ancak özellikle son oynadığımız 3 maça bakarak endişelerimizi dile getirmekten, uyarılarımızı yapmaktan da geri durmamalıyız.
Balıkesir deplasmanında yine sahada tatmin edici bir Rizespor yoktu. Rakibin de bizden aşağı kalır yanı olmayınca birbirine denk iki takımın mücadelesini izledik. Oysa “Süper Lig kalitesinde” dediğimiz takımımızdan hem bizlerin, hem de taraftarın beklentisi daha yüksek.
Taktik ve teknik konulara girmeyi genelde tercih etmesem de, neden daha çok hücum odaklı futbol oynamadığımızı merak ediyorum. Yine defansif ağırlıklı bir şekilde sahaya çıktık. Şu an ligin en çok gol atan takımı olsak da, çok gol yediğimiz de ortada. Bu yüzden mi defansif kadro yapısıyla sahaya çıkıyoruz bilemiyorum.
Bazen çabalar sonuçsuz kaldığında, beklenti bir türlü karşılık bulmadığında değişiklik yapmaktan çekinmemeli insan. İlla oyuncu değiştirmek için gol yemeyi beklememeliyiz. Hele hele son 20 dakikaya sıkıştırıp, bu sürede “maçı çevirebilecek takım” özgüvenine hiç sahip olmamalıyız. İsim vererek, “O niye çıktı, bu niye girdi” demeyeceğim ancak geçen sezon en çok eleştirilen oyuncu değişikliği tercihlerine bu sezon daha çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Baktığımızda kaçırdığımız gol sayısı fazlaydı. Ama rakibe de verdiğimiz pozisyon sayısı fazlaydı. Penaltılar olsa da olmasa da herhalde anca berabere bitebilecek bir maç olurdu. Rakibe verilen penaltı tamamen hatalı olsa da, bu tür durumları ilk kez yaşamıyoruz. O yüzden sahaya 11 kişilik rakibin yanında hakemlerle de mücadele edecek bir mantıkla çıkmalıyız. Bunun yolu da üretkenlikten, yakalanan fırsatları kaçırmamaktan ve işi şansa bırakmamaktan geçiyor.
Her yiğidin yoğurt yiyişi elbette farklıdır. Ancak bu ligin kuralları belli. Avrupa’da oynanan futbolu bu lige entegre edebilmen için rakiplerinin de aynı kafada olması gerek. Geçen sezon bu kadronun geliştirilmesi adına çok fazla şey denendi ama sonuçta küme düştük. Artık deneme-yanılma yöntemlerini bir kenara bırakarak hedefe odaklanmalı ve oyunu bu ligin kurallarına göre oynamalıyız.
Yukarıda da yazdığım gibi nedense hep bir şeyler ters gider hale geldi. “Kesin Şampiyon olmalıyız” baskısı mı kapladı takımı bilemiyorum ama dikkati elden bırakmamak gerekiyor. Hakem kararları, kaçırdığımız goller bahanemiz olmamalı.
Nilüfer'in 1994 yılında çıkardığı albümünde yer alan "Son Perde" isimli şarkısında söylediği gibi... "Bu filmi görmüştüm ben, senden önce defalarca"... Bu dil sütten çok yandı, yoğurt bile yiyemez hale geldi. Taraftarın ilk 4 haftada yakaladığı motivasyonun son maçlarda özellikle Hikmet Hocaya karşı tepkiye dönüşmesinin altında, geçmiş sezonlardan gelen dejavu hissi yatıyor.
O yüzden Milli Maç arası öncesinde hafta sonu oynayacağımız Elazığspor maçı ile dilerim son 2 maçın puan kayıplarını telafi eder ve daha üretken, daha hatasız bir takım görüntüsüne kavuşuruz.