Son 5 haftasında galibiyet yüzü göremeyen Çaykur Rizespor, Gaziantep deplasmanından da bir puanla yetinerek bu süre içindeki üçüncü beraberliğini elde etti.
İbrahim Hoca ile çıkılan ikinci maçta da maalesef takım olarak tatmin etmeyen bir futbol izledik. Yeni takımıyla ikinci maçına çıkan İbrahim Hocanın elinde belki sihirli değnek yok ama artık takımıyla ilgili neler yapabileceği, nasıl dokunuşlar gerektiği konusunda kafasında bazı şeyler oturmaya başlamıştır.
Bir yanda ekonomik sorunlarla boğuşan, zor şartlarda ligi devam ettiren ve ağırlıklı olarak tecrübesiz genç futbolcularla kurulu bir takım, diğer tarafta yediği önünde, yemediği arkasında, hiçbir şeyleri eksik edilmeyen, İbrahim Hocanın da birkaç gün önceki açıklamasında belirttiği üzere “Kolej takımı” edasında bir Rizespor.
Gaziantep ekibi sahada gerçekten özveriyle mücadele ettiklerini gösterdiler. Tecrübesiz olabilirler ama Rizespor’a gol attırmamak için ellerinden geleni yaptılar, iyi kapandılar, pozisyon bozmasını bildiler, belki bize karşı çok baskı kuramadılar, yarı sahamıza çok fazla giremediler ama kontralarla pozisyon üretebilmeyi başardılar. Hadi onlar tecrübesiz ve kalemizde birkaç pozisyonları dışında gol şansı bulabilecekleri etkili pozisyonları yok.
Ama bize ne demeli… İbrahim Hocanın geçen haftaki Samsunspor maçının ikinci yarısı için kastettiği durağan oyunumuzu ilk yarıda sergiledik. Artık şu iyi, bu kötü diye isim vererek yazmayacağım. Zaten olan biten ortada. Birkaç isim sonuna kadar mücadele etmeye çalışırken, ağırlıklı olarak yine oyuna bireysel hatalar damgasını vurdu. İkinci yarıda “atak” diyebileceğimiz pozisyonlarda yine üretken olamayıp bal yapmayan arılara döndük. Önceki yazılarımda vurguladığım gibi –ki bunu İbrahim Hoca da açıklamalarında söylemişti, takım ruhunu ve oyunu ortaya koyamıyoruz. Bu ligin hırçınlığına yetişemiyor, beklenilen “ısıran takım” olgusunun yanına bile yaklaşamıyoruz. Bir puan almış olabiliriz ama tatmin etmeyen bir futbol varken ortada ve bu görüntü haftalardır sürüyorsa, ilerleyen haftalar için endişelenmememiz imkansız.
Tabii hal böyle olunca, “Neden böyle?” sorusuna cevap verebilmek için eski defterleri açmak gerekiyor. Geçen sezon yine işler kötü giderken “3K: Kalkavan, Karaman, Kalite” başlıklı bir yazı kaleme almış ve başarı ile başarısızlığın silsilesini sıralamıştım. Başarı ya da başarısızlık tek bir olguya bağlı değildir. Birden fazla etkenleri vardır ama futbolda başarının da, başarısızlığın da baş etkeni doğru ya da yanlış tercihlerdir.
Maalesef eski yönetim, özellikle transfer yetkisini tamamen son 2 sezon Hikmet Hocaya vererek hata yapmıştır. Hikmet Hoca da bu yetkiyi yanlış tercihler kullanarak göstermiştir. Bu takıma Nika, Tuszynski, Chevalier, Igiebor gibi hiçbir katkı sağlayamayan, iyi paralar verilen, gönderirken de yüklü paralarla gönderilen isimler dahil edildi. Emrah Başsan, Volkan Pala gibi devre arasını bile tamamlamadan giden etkisiz elemanlar tercih edildi. Takımdan Koray gibi, Deniz Kadah gibi, Sylvestre gibi, Eren gibi kaliteli isimler gönderilirken yerlerini dolduracak isimler tercih edilmedi. Örnekler daha da fazla ve demem o ki, öncelikle bu noktaya gelişimizde yanlış transfer politikaları var ve bu transfer politikaları yüzünden kimse takımın ekonomik anlamda düşürüldüğü gereksiz yükleri sorgulamıyor bile.
Bakın takıma Ramos diye stoper alındı. Futbolcu takıma sakat gelmedi ama ilk idmanda sakatlandı. Şimdi Hikmet Hocayı tercihlerinden dolayı eleştirirken bu örneği de vermem lazım. Çünkü Ramos’un sakatlığının uzaması, Hocanın tercihinden dolayıdır. Ramos sakatlandığında eğer doktorun tavsiyesi dinlenseydi 4-5 hafta içinde sahaya dönebilirdi. Doktor, özellikle üstüne gidilmemesini, yoksa 6 ay sakatlığı ileriye götürebileceğini söylediği halde ve bu uyarısını iki kez yaptığı halde Hikmet Hoca Ramos’un oynamayı istediğini öğrenince doktor yerine Ramos’u dinleyip Batum’la hazırlık maçında oynattı ve sakatlığı uzadı. Sonra ne oldu; mecbur Miloseviç kiralandı stoper olarak. Ama şimdi ikisi de yok. Ramos’a 6 ay haybeye para ödenecek ve bu külfeti Rizespor’a yükleyen, işte tercihi yapan kişidir.
Her hoca kendi kurduğu takımla çalışmak ister. Rıza Hoca kendi kurduğu takımla fazla çalışamadı ama o takım o devreyi tamamlamamızı ve ikinci sezonda da kümede kalmamızı sağladı. Hikmet Hoca kurduğu takımla belki kafasındaki şeyleri gerçekleştirmek istedi ama yanlış tercihleri ve aldığı futbolculara kafasındaki sistemi empoze etmeye çalışarak, eldekini de verimsiz kılmayı sağladı. O yüzden önceki yazılarımda futbolcuların yaşadığı “beyin erozyonundan” bahsederken, bu durumu anlatmaya çalışıyorum. Benliklerini kaybetmiş gibiler. O yüzden acil toparlanmaları ve geçmiş sistemleri unutmaları lazım.
Şimdi bir örnek vermeye çalışayım da ne demek istediğimi siz anlayın.
Hikmet Hoca sezon başı malzeme olarak eline un, şeker ve yağ aldı. Bu malzemelerden ancak un kurabiyesi yapılabilirken, O revani yapmaya kalktı. Oysa revani için ayrıca irmik de lazım, yoğurt da lazım, yumurta da lazım. Şimdi İbrahim Hocanın elinde revani yapılmaya çalışılan un kurabiyesi malzemesi var. İbrahim Hocanın kendisinden önce yoğrulmaya başlamış bu hamuru artık ustalığını konuşturarak kıvama sokması gerekiyor. İki haftada değişen bir şey olmadı ve bu işlemin biraz daha zaman alacağı belli. Dilerim bu süre daha fazla uzamaz ve fazla puan kaybı yaşamadan devre arasına ulaştırır bizi.
Yazımın başlığını, 1998 yılında ülkemizde o isimli vizyona giren "American History X" filminden seçmemin nedeni, izleyenler de daha iyi anlayacaktır ki, yukarıda da vurgulamaya çalıştığım geçmiş tercihlerden dolayıdır. İşte bu yüzden İbrahim Hocanın maç esnasında bir yüz ifadesi var ki adeta “Ben bu takımla ne yapacağım?” der gibiydi. Çok fazla bir şey istemiyoruz. Özveri, tatmin edici bir futbol ve mücadele… Bunlar varken puan kaybetsek de en azından “Şans yanımızda değildi” diyelim. Çünkü bu halimizde şampiyonluğu hedeflemiş takım görüntüsünden çok uzak görünüyoruz.