Süper Lig yolunda mutlu sona ulaşabilmemiz için her maçın ayrı bir final değerinde olduğu haftalardayız ancak son oynanan maçlara bakınca takımın bu ciddiyetten uzaklaştığını görüyoruz.
Tamam, artık bu saatten sonra oyundan çok skorun önemli olduğunu söyledik ama “Papaz her zaman pilav yemez” misali, her zaman kötü veya vasat oynayıp da 3 puan alamayız. Özellikle evimizdeki her maçı almamız gerektiği bir dönemde, bir puanı kurtarmış olmak sevindirici değil, aksine oynanan oyuna ve kalan maçların zorluğuna bakınca endişe vericidir.
Sona doğru haftalar kısaldıkça, elbette takımdaki stres de artmış olabilir ve aynı stres biz taraftarlarda da mevcut ancak, sahaya çıkıp oynayanlar futbolcular olduğu için ve onların da başında bir teknik heyet bulunduğu için, bu süreç iyi yönetilmelidir. Bu saatten sonra rehavetti, hataydı, o yoktu, bu yoktu bahane olamaz. “İyi bir takımız” iddiasını dillendirmekten çok, gücümüzü gösterme zamanıdır.
Şimdi Adanaspor lig boyunca yere yatmayı seven bir futbol oynuyor. Bunu biliyorsak, önlemi de ona göre almalıyız. Rakip bize top oynatmamayı kafasına koydu ve özellikle ilk yarıda biz de bunu kabullenir bir futbol oynayarak karşılık verdik. Üstelik de geriye düştük. İkinci yarıda toparlanmış olmamız tabii ki puan kaybetmeme mücadelesiydi. Baskı kursak ne olacak, yine top yapamadık, yine pozisyon üretmekte güçlük çektik. Maalesef Adanaspor maçında, sahada güçlü bir Rizespor yoktu. Hakemi bile etkimiz altına alamıyoruz. Eğer alabilsek, hakem Adanaspor futbolcularına karşı bu kadar toleranslı davranamazdı. Her fırsatta yere yatmaya cesaret edemezdi. Şimdi sahanın iyilerini, kötülerini yazmayacağım. Bekleneni veremeyen, bulduğu şansları değerlendiremeyen isim sayısı fazla ve tek tek onlara değinmeyeceğim.
Önceki haftalardaki bir yazımda teknik direktörleri satranç oynayan rakipler ve futbolcuların da sahada birer satranç taşı olduğu benzetmesini yapmıştım. Teknik direktör sahaya çıkıp oynamıyor ama futbolcuları yöneten kişi kendisidir. Bu yönetimi de iyi yapabilmesi için hem kendi futbolcularını iyi tanımalı, hem de rakibi iyi analiz etmelidir ki, sahadaki her duruma karşı hamlesi olabilsin. Tabii bu da ciddi bir tecrübe gerektirir. Sadece futbol oynayarak bu tecrübe kazanılmaz. Sağlam bir ekiple de işlerin üstesinden gelinebilir.
Son günlerde kendimi popüler bir İspanyol dizisini izlemeye verdim. 16 bölümlük “La Casa de Papel” isimli dizide, 9 kişilik bir ekibin İspanya’nın tek darphanesini soyma girişimi anlatılıyor. Yaklaşık 6 ay, oluşabilecek tüm aksiliklere karşı en ince ayrıntısına kadar hesaplanılarak hazırlanılan soygun girişimini anlatan dizi boyunca kusursuz denilebilecek bir planı izliyorsunuz. Tabii bu dizi bir senaryodan ibaret, yeniden gerçeğe dönelim.
Demek istediğim, kalan haftalarda ince elenip sık dokumalıyız İbrahim Hoca her maçın ayrı bir hikayesi olduğunu söyleyip duruyor. O zaman bu ligi bir televizyon dizisine benzetelim ve İbrahim Hocayı da hem yönetmen, hem de senarist yapalım. Bu diziyi de o yüzden örnek verdim. Her maçın hikayesi ayrı ise, o her maç için İbrahim Hoca da, rakibini iyi analiz edip, oluşabilecek her duruma karşı ayrı ayrı senaryolar yazmak durumundadır. Nasıl olsa rakiplerin önceki maçlarında yazılmış hikayeleri var. Onları iyi okumak gerekiyor. Bu süreçte sadece rakibi analiz etmek de yetmez. Futbolcularını da iyi analiz etmeli ve kadrosunu buna göre şekillendirmelidir.
Önümüzde ikisi düşmemeye oynayan, dördü ise Süper Ligi kovalayan 6 takımla maçımız kaldı. Hepsi birbirinden zor maçlar olacaktır. Kimse ciddiyeti elden bırakmadan, işine dört elle sarılsın ve herkes sorumluluğunun gereğini yerine getirsin.
Umarım Milli maç arası yeniden toparlanmamız için iyi bir fırsat olur.